Tüm siyasi partiler ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan toplum olarak kavga kültüründen uzaklaşmamız gerekir.
Birbiriyle yaşayabilen
Birbirini kabullenebilen
Birbiriyle diyalog kurabilen
Asgari müşterekle sorunlarda buluşup, ortak akılla çözebilen bir ortam oluşturmalıyız. Kavga kültürüyle beslenen bir nesil ortaya çıkarmaya çalışacağımıza soru soran bir nesil, eski köye yeni icat çıkaran çocuklar yetiştirmeliyiz zira soran çocuk yenilenmiş demektir.
NEDEN bir örnek giyiyoruz, bir örnek yaşıyoruz veya başkası için niye yaşıyoruz?
NEDEN bu kadar ezberci ve taklitçiyiz?
NEDEN her konuda ve herkesten bu kadar kopya çekiyoruz?
NEDEN bir elmanın (Apple) yarısı bile değiliz?
Elli yedi İslam ülkesi birçok açıdan bir Almanya’nın yarısı etmiyor?
NEDEN şarkılarımızı, filmlerimizi, resimlerimizi, fikirlerimizi, hayatlarımızı ondan bundan yürütüyoruz?
NEDEN üç yüz kelimesini kullandığımız bir dilde yanlış anlamalar üzerine kurulu bir ömür geçiriyoruz?
NEDEN aynı klişe sözlerle sevip, âşık olup, ayrılıp içlenip hüzünleniyoruz?
NEDEN birbirinin aynı olan renkler, ışıklar, avuntular ve düşüncelerle karartılmış hayatlarımızı bu kadar sahte keder ve neşe dolduruyor?
NEDEN Türkan Şoray’dan, Sezen Aksu'dan, Oğuz Atay’dan, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, Necip Fazıl’dan, Nazım Hikmet’ten, Cahit Zarifoğlu’ndan, İsmet Özel’den sonra kendi alanında büyük isimler yetiştiremiyoruz?
NEDEN akıl hastanelerimizde bile kendini Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ya da Mimar Sinan zanneden bir delimiz çıkmıyor.
NEDEN sosyal medya kavramını ’'Anti sosyal medya'’ biçiminde anlıyoruz ve sosyal medyayı anladığımız gibi kullanıyoruz?
Kurt korkusuna sürüden ayrılmayanların sürü gibi doğup, sürü gibi yaşayıp, sürü gibi sürüne sürüne öldüğü ve her sürünün birlikte beraberlik anlamına gelmediği, kurdun sürüden ’’ayrı olanı değil’’ ayrılanı yediği niçin unutuluyor?
NEDEN herhangi bir yenilik sunanlara ’'BAŞIMIZA İCAT ÇIKARMA'’ ya da '’ESKİ KÖYE YENİ ADET ÇIKARMA!'' diye tepki gösteriyoruz?
NEDEN çok soru soranları, sorgulayanları densizlikle suçlayıp eleştiriyoruz? Soru soran sorgulayan bir toplum olmaktan giderek uzaklaştığımıza, uzaklaştıkça kaybettiğimizin farkında mıyız? Kaybetmek yerine kazanıp, kazandırıp, yetiştirip, bilgiyi üretip, eğitip güçlü olmuyoruz. Gün birlik olma günüdür. Ele ele verelim güçlü yarınlar inşa edelim.
BANA GÜÇLÜ OLAN KİMDİR diye sorsalar ‘'BİLGİ KİMDEYSE GÜÇ ONDADIR'’ derim. Buna pek çok farklı cevap verilebilir. Kimi ‘paraya’ kimi ‘iktidara’ kimi ‘basına sahip olmak’ der, kimi de başka şeyleri öne sürer.
Sadi-i Şirazi’ye göre güçlü olanlar ancak bilgiye sahip olanlardır. Yani ancak bilenler güçlü olur. Fakat bilmek için okumak gerekir. Dinimiz İslam’da öyle emretmiyor mu? İlk emrinde oku diyor, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu diyor. Peygamber Efendimiz ilim ÇİN’de de olsa gidiniz diyor, Hz. Ali, ’Bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ diyor. Mustafa Kemal Atatürk '‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’' demiyor mu?
Öyleyse, bilgiyi üreten bir süre sonra onun pratik hayattaki karşılığı teknolojiyi de üretir ve ürettiğini hemen dünyaya pazarlar.
Bugün uçak, tren otomobil yapmak, nükleer silah üretmek, yapay zekada uzmanlaşmak, ilaç sanayisinde gelişmek, uzaya çıkmak, gezegenler arası yolculuk yapmak kimin elinde? Bilgiyi üreten, çoğaltan, çeşitlendiren, bütün bunları sonsuz bir biçimde depolayan bilgisayarları yapmak kimin elinde?
Bunlar kimin elindeyse güçte onların elinde… Bütün bunları elde etmek içinde İCAT ÇIKARAN, ESKİ KÖYE YENİ ADET GETİREN ÇOCUKLAR olmak ve o çocukları yetiştirmek durumuzdayız. Çocuklarımıza yapılan en büyük yatırım mirastan önce eğitim olmalı ki güçte onların elinde olsun.